> Billboarddan Ganj’a Bir Aşk Hikayesi

Ganj Nehri kıyısındaki küçük bir köyde Ramesh adında, bekar, içine kapanık ve hayatının aşkını beklerken MikTok’ta sürekli yabancı kadınları izleyen yirmili yaşlarının sonuna doğru hızlıdan yol alan bir geç yaşıyor. O kadar çok video izliyor ki artık algoritma ona Avrupalı ve Amerikalı sarışın kadınlardan başka bir şey göstermiyor. Bu durumdan da fazlasıyla etkileniyor ki kendini orada gördüğü kadınlara eş hissediyor. Bir işi yok, varsa yoksa ineklere tapıyor. Tapıyor dediysem de öyle tapmak değil yanlış anlaşılmasın. Kendi kendine sohbet ediyor hayvanlarla. “Çünkü, nihayetinde inekle konuşmazsam, derdimi nasıl bilecek?” diyor içinden. Zaten Ramesh’in pek arkadaşı da yok. Köydekiler onu ya garip buluyor ya da onun varlığının farkında bile değiller. Tek dostu, zaman zaman o bankta otururken çevresinde otlayan, “Kutsal İnek” lakaplı Lakshmi adında bir inek. Bu ismi de Ramesh verdi O’na. Lakshmi ne derse o; o kadar ki Ramesh, bazen ineğin bakışlarıyla kaderini belirlediğine inanıyor. O’na saygı duyuyor, hürmet gösteriyor. MikTok’ta inek eti pişirilen videolara denk gelmiyor değil. Tövbe çekip hemen videoyu atlıyor. Hatta o kadar kinlenmiş ki banka bir isim yazmış kinini diri tutmak için; “NusrEt”.


Sabahları uyanır, Ganj Nehri kıyısında kısa bir meditasyon yapar – “kısa” dediysek, gözlerini yarım yamalak kapatarak etrafına bakınır. Çünkü ibadetleri nasıl yapılır bilmiyor. Ailesi çocukken birkaç sene yaz aylarında okulu bitince kurslara göndermişler Ramesh’i. Fakat Ramesh alfabeyi bile düzgün öğrenememiş. Hatta bir keresinde ailesinden yüklü miktarda dayak yiyeceği sözü söylemiş; “Anlamadığım bir alfabeyi neden öğreniyorum?”. Oysa bilmiyor ki her harf sevap-point. Her neyse, sonra günün “iş bulma” kısmı başlar. İnşaat, tarla işleri… Neye ihtiyacı varsa 3-5 rupi için çalışır. “Bugün biraz da kapitalizmin kucağında dinleneyim” diye espri yapar ama kimse onu anlamaz. Böyle konuştukça da etrafındaki tanıdık tanımadık insanlar ona “bu esprileri sana Lakshmi mi öğretiyor?” diye soruyor. Ramesh de “biz sadece arkadaşız” deyip soruları geçiştiriyor. 

İnekler, Ramesh’in gözünde tanrı gibidir, “zaten Hinduizm de bunu söylüyor” diye düşünür. Aslında böyle bir iddiası olup olmadığını kimse bilmiyor. Her sabah tapınakta Lakshmi’yi ziyaret eder, önüne taze ot bırakır. “Lakshmi, sen olmasaydın ben kimle konuşurdum?” diye sorar ama Lakshmi sadece gözlerini kırpar. Sanki daha fazlasını yapacak da yapmıyor diye hüzünlenir aniden Ramesh. Sonra “bu kadar kutsal bir varlık ne yapacaktı? buna da şükretmeliyim. Bu yaptığı “büyük bir bilgelik” bence diye” yorumlar. 

Bir gün yine malum uygulamada trilyonuncu kaydırmasını yaparken, oturduğu bankın sağ tarafında, nehrin beslediği ağaçların gür ve sararmaya yüz tutmuş yapraklarının arkasındaki devasa bir billboardda gördüğü bir reklam, Ramesh’in tüm dünyasını değiştirdi. Reklamda kıvırcık sarı saçları, beyaz teni, mavi gözleri ile uzağa bakan sarı baret giymiş güzel bir kadın. MikTok’ta gördüklerinden daha güzel. Sanki kafasını az çevirse Ramesh’i görecek, o da Ramesh’e aşık olacaktı. Reklamı yayınlayan şirket, kimyasallar satan uluslararası bir firma, adı bile ürkütücü: “ZIQA.” Kadim Hint dilinde ölüm tanrısı demek. Ama kimin umurunda? Ramesh kendi dilini bile düzgün bilmiyor. O billboardda gördüğü kadından başka bir şey düşünemiyor. 

ZIQA, İsviçre menşeili köklü bir firma. Fakat Hindistan’da belli başlı sıkıntılarla boğuşuyor ve hakkında açılmış davalar ve büyük suçlamalar var. En ciddi ise fabrikasının atıklarını Ganj Nehri’ne döktüğü ve nehri zehirlediği ile ilgili. Araştırma sürüyor ve suçlamalar firmanın global namına leke sürecek cinsten. Billboarddaki kadına gelecek olursak; aslında bir beyaz yakalı çalışan. Kahvesini alır, bilgisayar başına oturur, Excel dosyalarıyla boğuşur. Öğlen yemeğini yer, sigara dumanında arkadaşlarının sıkıcı muhabbetlerine maruz kalarak hem zihnini hem ciğerlerini zehirler. Sıkıcı iş hayatının daha sıkıcı akışına dur diyemeyen milyonlarca beyaz yakalıdan biri kendisi. 

Ramesh, o billboardun altında dakikalarca dikildi, her detayı ezberledi. Yüzündeki her çizgi, her kıvrım kutsal bir kitap gibi zihnine kazındı. Hatta ona bir isim verdi: “Gökten Gelen Melek.” Artık hayatında bir amacı vardı. Yılların ve trilyonlarca izlediği videolardan gelen özgüvenle birlikte artık bir hayat gayesi vardı. O kadını bulacak ve onunla tanışıp hayatının merkezine koyacaktı. Bunun ardında kalan her şey birer detaydan ibaretti. Ekonomi mi? Geçim sıkıntısı mı? “Bir ekmekle karın doyar yeter ki gönlümüz aç kalmasın” diyordu Ramesh. Tabii, bu büyülü anı ölümsüzleştirmek istiyordu. Telefonunu çıkardı, ama bir türlü billboardun tamamını kadraja sığdıramıyordu. “Şu lanet teknoloji, tanrıçaları bile tam çekemiyor!” diye söylendi. Denemeye devam etti ama sonuç hep yarım yamalak fotoğraflar oldu. Fotoğraf işini başaramayınca, çareyi internette aradı. ZIQA’yı buldu, çalışan tüm kadınları araştırdı. Günlerce süren stalklama maratonunda, kim olduğunu tam olarak bulamadı ama en azından izini sürmeye başladı. Ramesh sonunda bir ipucuna ulaştı. ZIQA’nın Hindistan ofisi vardı! “Evet!” diye bağırdı. “İneklerim ve tanrılarım bana yardım ederse, onu bulabilirim!” Ama Ramesh’in gözden kaçırdığı bir detay vardı; bu şirket global bir şirketti. Fakat Ramesh’in dünyası yaşadığı kasabadan ibaretti ne bilsin global şirketleri. Gördüğü kadın da oralarda bir yerde yaşıyor olmalıydı. Ancak, Hindistan büyük bir ülkeydi ve ZIQA’nın ofisi, onun yaşadığı yerden yüzlerce kilometre uzaktaydı. Yine de, “aşk için her şeye değer” diyerek yola çıkmaya karar verdi. Tüm parasını topladı, otostop çekerek ve yürüyerek yola koyuldu. Para dediysek de karşı mahalleye gidip mükemmel sokak lezzetlerini denemeye ancak yetecek kadardı.

Günler süren yolculuktan sonra nihayet ofise ulaştı. Kapısına geldi, alacaklı gibi kapıya vurdu vurdu ama ne içeri girebildi, ne de içeriden bir cevap alabildi. Gözleri doldu, “neden burada kimse yok?” diye düşündü fakat küçücük dünyası, ona bu cevabı verecek kadar onu yetiştirmemişti. Döndü ağlamaklı şekilde etraftaki insanlara sordu ofisin gidişatını. Çoğu insan zaten bilmiyordu ama kimisi de şirketin bir süre önce eşyaları çıkarıp gittiğini söyledi. Ramesh söylenenlere inanmadı, inanmak istemedi. Açtı telefonunu. Yüzünden akan teri başından sarkan dastara (erkek türbanı) sildi ve arama motorunu açıp titreyen parmaklarla anahtar kelimeleri yazdı; “ZIQA, Hindistan, Kapandı mı”. Şirketin web sayfasında Hindistan ile ilgili bir haber gördü. Linke tıkladı. Haberi okurken gözlerinden akan yaşlar, teri ile karışarak telefon üzerine damladı. Ekranı kilitledi. Gömleğinin iç cebine ağır ağır yerleştirdi. Kafasını kaldırdı ofisin boş camlarına baktı, bir iç çekti… Arkasına döndü ve bulduğu ilk yere oturdu. Ne yazık ki ofis birkaç ay önce kapatılmıştı! “Ama tanrım, neden böyle bir sınav koydun önüme?” diye düşündü derin derin. Yorgun ve hayal kırıklığıyla doldu taştı. Tüm bu ağır yükü sırtlayıp geri dönmeye karar verdi. Her adımı, kalbine saplanan bir bıçak gibi acı veriyordu. Aşkı gerçek olamayacak kadar imkansızdı.

 

Günlerce süren bitmez yollar sonunda kasabasına gelmişti. Geri döndüğünde, her gün aynı billboardun önünde durup kadını izledi. Her gün onu asla bulamayacağını bilmenin ağırlığıyla kahroldu. Ama yine de, kadına her baktığında kalbi hızla çarpıyordu. Bir ara “kadına değil de acaba bu tarifsiz heyecana mı aşık oldum ben?” diye düşünüyordu Ramesh. Fakat şu an bakınca bunların hepsi önemsiz birer detaydan ibaretti. Bir şekilde O’nu görmeden önceki hayatına dönmeliydi, çünkü ne yediğinden bir şey anlıyordu, ne de yaşadığından. Bir gün inek Lakshmi’nin yanında otururken, tüm hikayesini ona anlattı. “Lakshmi, beni anlıyorsun değil mi?” dedi hüzünle. Anlattıkları ona tekrar tekrar O’nu hatırlatmış olacak ki gözleri yine dolu doluydu. Ama Lakshmi sadece yavaşça geviş getiriyordu. Bir ara “acaba Lakshmi beni anlamıyor mu?” diye düşünür gibi oldu. Yanlış bir hisse kapıldığını düşünüp başka şeylere odaklanmaya çalıştı. Artık eskisi kadar da MikTok izlemiyordu. Aşk acısı çekerken ne dinlenir diye aratmış arama motorunda. Türkiye’den birkaç sanatçı bulmuş. Arabesk tarzında müzik yapıyorlar ve sözlerini anlamasa bile melodisi Ramesh’e yetiyordu. Uzunca bir süre bu arabesk müzikleri dinleyerek, her gün oturduğu bankın çevresine uğramayarak ve Lakshmi’yi özleyerek geçirdi. Çünkü oraya giderse billboard’u görecek yine aklına gelecekti. O yüzden uzaklaşmayı seçti. Ama bu da pek uzun sürmedi ve 4. günden sonraki sabah saat 6:00 gibi uyandı. Aslında gözüne de pek uyku girmemişti. Soluğu billboard’u tam karşıdan gören, arkasından binlerce araba geçen bir yolda aldı. Birkaç saat resmi aralıksız izledi. Vazgeçemediğinin farkına vardı ve bu acı ona artık ağır gelmeye başlamıştı. Bir dönüm noktasındaydı ve bir karar alacaktı.

O gece uzun uzun düşündü. ve ne yazık ki Ramesh intihar etmeye karar verdi. Ganj’a atlar intihar ederim diyordu. “Nasılsa yüzme bilmiyorum, o akıntı da beni kimse kurtaramaz.” diye düşündü tüm gece. “O’nu görüp her gün öleceğime bir kere ölürüm ve her şeyin sonu olur” diye düşündü Ramesh. Sabah yine erkenden kalktı, duş aldı. En güzel kıyafetlerini giydi. Arkadaşından aldığı kokuları süründü. Saçlarını taradı. Ganj’a doğru ilerlemeye başladı. Elinde bir ip vardı. Nehire varınca büyükçe bir taş buldu ve ipin bir ucunu taşa diğerini ayağına bağladı. Saat erken olduğu için de etrafta kimsecikler yoktu. Ona engel olan da çıkmadı. Tam köprüye çıktı, solda karşıda oturduğu bankı gördü. Yanında Lakshmi her zamanki gibi otluyordu. Sağ üstte de billboardda O’nu gördü. Gözlerini kapattı ve kendini boşluğa bıraktı. Sert bir şekilde suya gömüldü ve çok geçmeden gözden kayboldu. Çıkan sesten olacak ki Lakshmi, Ramesh’e doğru bakıyordu geviş getirirken. 

Ramesh, ölmüştü. Fakat ilginçtir boğularak ölmedi. Suya düştükten sonra çok fazla su yuttu. Yuttuğu suyun hem kirliliğinden hem de içerdiği kimyasalların zehirlemesi sonucu zehirlenerek öldü. Evet tahmin edebileceğimiz üzere o kimyasalları Ramesh’in kapısına kadar gittiği şirket veriyordu Ganj’ın sularına. Şirkete açılan davalar da sebepsiz değilmiş ve şirket de kendine global bir leke vurulmadan fabrikasını ve ofisi kapatarak Hindistan’daki faaliyetlerini durdurdu. Acaba hangi kimyasalları Ramesh’in sarışın mavi gözlü tanrıçası dışarıdan getirip öldürmüştü Ramesh’i? Yoksa Ramesh’in sarışın mavi gözlü tanrıçası ölüm tanrıçası mıydı? Belki de ZIQA gerçekten ölüm tanrısıdır; kiminin hayallerini, kiminin vücudunu öldüren. 

 

Emirhan BAYRAK

>